Geçen hafta pazar yazımı yazamadım, çünkü izne çıktım. Uzun süredir ihtiyacım olan bir molaydı. İstanbul’dan arabayla çıkıp uzun bir yolculuğa koyuldum. Yolda megaboard’lar, dinlenme tesislerindeki reklam tabelaları, afişler…
Bir süre sonra hepsi birbirine karıştı. Gözümün önünden yüzlerce mesaj geçti ama aklımda kalan bir elin parmaklarını geçmedi. Çünkü insan beyni, aynı anda bu kadar çok mesajı işleyemiyor. Gürültü artınca seçici algı devreye giriyor ve yalnızca net, güçlü, dikkat çekici olan mesaj kalıyor.
Otele vardığımda ise bu kez sahne telefonuma geçti. Dinlenmeye çekildiğimde elim ister istemez ekrana kaydı. Ve karşıma çıkan şeyler hiç yabancı değildi: push notification’lar, SMS kampanyaları, e-mail bildirimleri. “Son şans!”, “Hemen şimdi!”, “Kaçırmayın!” Ses aynıydı, sadece mecrası değişmişti. İlk başta birkaçına baktım ama bir noktadan sonra beynim onları da tıpkı yol üzerindeki billboardlar gibi yok saymaya başladı.
Pazarlama dünyasının en büyük yanılgısı burada gizli. Hâlâ çok ses çıkarırsak daha çok duyulacağımıza inanıyoruz. Oysa dikkat ekonomisinin hüküm sürdüğü bu çağda mesele daha çok bağırmak değil, daha sade ve net konuşabilmek. Fazla mesaj, tüketiciyi ikna etmiyor; tam tersine, zihninde bir “gürültü filtresi” oluşturuyor.
Apple bu noktada en çok verilen örneklerden biri ama haksız da sayılmaz. İki kelimelik “Think Different” sloganı hâlâ pazarlama tarihinin en güçlü cümlelerinden biri. IKEA, sıradan bir sandalyeyi bile günlük hayatın içinden basit bir hikâyeyle anlatıyor. Türkiye’den bakarsak, Trendyol’un “Sepetine Ekle” çağrısı ya da Migros’un sade ikonlarla verdiği kampanya mesajları,tüketicinin zihninde kalıcı bir iz bırakıyor. Çünkü net, anlaşılır ve tek bir aksiyona odaklı.
Dijital minimalizm demek, sessiz kalmak demek değil. Doğru yerde, doğru tonda konuşmak demek. Az cümleyle çok şey hissettirmek… Kullanıcının zihninde yer açmak, orayı markanın anlamıyla doldurmak. Daha fazla kelime kullanmak mesajı güçlendirmiyor, sadece bulanıklaştırıyor.
Ve işin en can alıcı kısmını bir yol hikâyesiyle anlatabilirim.
Yolculukta gözümün önünden yüzlerce tabela geçti ama hatırladığım bir tanesi var: bir dinlenme tesisinin çıkışında, sadece beyaz zemine yazılmış kocaman kırmızı bir kelime: “SU.” Ne marka adı vardı ne uzun bir slogan. Yol yorgunluğunda, sıcak havada tek ihtiyacımı anlatan bu basit kelime zihnime kazındı. Çünkü doğru anda, doğru mesajı verdi. İşte dijital minimalizm tam da bu.
Sonuç net: Fazla mesaj, az etki. Doğru mesaj, kalıcı etki.