“Beni öldürmeyen şey güçlendirir.” — Nietzsche
Birkaç haftadır klavyeden uzak kaldım. Nedeni basit: art arda gelen yurtdışı seyahatleri, temposu yüksek toplantılar ve hazırlıklar…
Yazmak benim için nefes borusu; ama bazen sahadaki koşu masadaki cümlelerin önüne geçiyor. Bu hafta yeniden yazıya dönmek istedim; çünkü yorgunluğun bana fısıldadıkları ve başarının masada bıraktıkları kayda değer.
Haftanın ilk durağı Ozon Global’in etkinliğiydi. Rusya ve bölge pazarında büyümek isteyen markaların enerjisini yüzlerinde gördüm. Sorular benzer: “Nasıl ölçekleriz, nasıl güvenle gireriz, nasıl optimize ederiz?” Cevap; veri, doğru ortaklıklar ve disiplinli operasyon. Bir de görünmeyen taraf var: ritim. Ritim doğruysa, toplantılar birbirini besliyor, insanlar aynı cümlede buluşuyor, fırsatlar kapıyı kendi çalıyor. Etkinlikte tam olarak bunu hissettim.
Hemen ardından İstanbul Turizm Fuarı başladı. Turizm, duygunun endüstriye dönüştüğü yer. Pazarlama burada sadece kaldıraç değil; hedefi netleştiren, deneyimi çoğaltan bir dil. Bu sene en kritik an, yeni ürünümüzün lansmanıydı. Aylarca konuştuğumuz, gecelerce senaryosunu kurcaladığımız, ekipçe defalarca test ettiğimiz bir işi; sektörün kalbinde, doğru kitleyle buluşturduk. Standımıza gelenlerin gözünde “tam da ihtiyacımız olan bu” ifadesini görmek, yorgunluğun üzerindeki perdeyi kaldırdı. Olumlu geri bildirimler, beklenenden hızlı gelen talepler… Hepsi, doğru yere doğru anda dokunduğumuzu gösterdi.
Yorgunluk bana şunu öğretti: Hız, acele etmek demek değil; karar anlarını temizlemek demek. Kiminle konuşacağın, hangi içgörüyle konuşacağın ve hangi kanaldan konuşacağın… Bu üçlüyü netleştirdiğinde, yol üzerindeki çukurlara rağmen aracı yıpratmadan hızlanabiliyorsun. Başarı ise şunu bıraktı: ekip güveni. Sunumdan hemen önceki o son beş dakikada “şu görseli hafifletelim”, “bu örneği TR pazarına uyarlayalım” diyen titizlik—işin gerçek sigortası.
Lansmanda bir şeyi tekrar gördüm: Müşterinin ağzından dökülen ilk cümleler, ürününüzün gerçek kullanım kılavuzu oluyor. “Bizim şu problemimizi de çözer mi?”, “X kanalına entegre olur mu?”, “Performans kampanyalarımızda ölçümlemeyi nasıl derinleştiririz?” İşte bu sorular, ürünün pazar dilini yazıyor. Notlarımızı aldık; yol haritasında iki kalemi öne çektik, birini sadeleştirdik. Ürün lansmanla bitmiyor; lansman, gerçek dünyadaki ilk sınavı.
Performans pazarlama ve teknoloji tarafında gelen talepler özellikle netti:
-
Anlık veri akışı ve kapanış: Kampanya verisinin CRM’e gerçek zamanlı akması, satış kapanışına kadar yolculuğun izlenebilmesi.
-
Kanal-entegrasyon: Arama, sosyal, video ve programatik kanalların aynı hedef KPI’a koşması; “tek pano”dan yönetim.
-
Ölçüm derinliği: Sadece tıklama ve görüntüleme değil; ROAS, ROI ve LTV/CAC gibi iş sonuçlarını gösteren bir ölçüm katmanı.
Biz de lansman mesajımızı üç net cümleye indirdik:
Ne yapıyoruz? Performans pazarlamayı veriyle tekleştiriyor, operasyonu otomasyonla hızlandırıyoruz.
Kime yapıyoruz? Çok kanallı çalışan ama sonuçlarını tek yerde görmek isteyen markalara.
Ne fark ettiriyoruz? Maliyetleri şeffaflaştırıp dönüşüm hunisini kısaltıyoruz.
Günün sonunda İstanbul’daki etkinliklerin ardından eve döndüm.
Küçük anlar birikiyor: Sabah stand açılmadan önce fuar alanında kısa bir yürüyüş; koridorda iki dakikalık sohbette “bu çeyrekte şu pazara girmek istiyoruz, sizinle deneyelim” cümlesi; gece evde not defterine düşülen üç satır: “Entegrasyon X hızlanmalı. Case’i kısa videoya çevir. Pazar Okuması’na ritim notu.” Aslında başarının bıraktığı izler tam da bunlar.